Skip to content Skip to left sidebar Skip to right sidebar Skip to footer

CUMHURBAKANIMIZIN 5.MUHTARLAR TOPLANTISI

CUMHURBAKANIMIZIN 5.MUHTARLAR TOPLANTISI

CUMHURBAŞKANIMIZ 5. MUHTARLAR TOPLANTISINI GERÇEKLEŞTİRDİ.

Çok Değerli Muhtarlarımız, Değerli Kardeşlerim, Hanımefendiler, Beyefendiler; sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum. Milletin evine, Cumhurbaşkanlığı Külliyesine hoş geldiniz.

Bugün muhtarlar buluşmamızın beşincisini gerçekleştiriyoruz. İlk olarak 27 Ocak’ta 17 ilimizden gelen 409 muhtarımızla biraraya gelmiştik. Ardından 17 Şubat’ta 10 ilimizden gelen 381 muhtar kardeşimizle, daha sonra da 24 Şubat’ta yine 10 ilimizden gelen 380 muhtar kardeşlerimizle birlikte olduk. Daha sonra 10 Mart’ta 9 ilimizden gelen 424 muhtar kardeşimizi misafir ettik. Bugün de 10 ilimizden gelen 397 muhtar kardeşimizle, sizlerle birlikteyiz.

Bartın’dan, Giresun’dan, Gümüşhane’den, Kastamonu’dan, Nevşehir’den, Kayseri’den, Ordu’dan, Sinop’tan, Sivas’tan ve Zonguldak’tan gelen siz değerli muhtarlarımızı bir kez daha selamlıyorum.

İnşallah bu şekilde ülkemizdeki 50 bin muhtarımızın tamamıyla hasbihal ederek soframızı paylaşacağız. Sizlerle biraraya geldiğimiz bu bina Cumhurbaşkanlığı Külliyemizin sadece bir bölümünü oluşturuyor. Ülkemizin büyüklüğüne, tarihine, kültürüne, şanına yakışır bir Cumhurbaşkanlığı Külliyesini Türkiye’ye kazandırdığımıza inanıyorum.

Külliyemiz, sadece bu bina ve yanındaki iki çalışma bloğundan ibaret değil. Şu anda hemen karşımızda içinde konferans salonu ve sergi salonları da olan çeşitli birimlerin bulunduğu bir bina ile hemen yanında bir cami inşa ediyoruz.

İnşallah onları da yakında hizmete açacağız. Daha sonra onların alt tarafında iki bin kişilik çok amaçlı bir salon yine içinde sergi salonları da olan, yemekli toplantıların yapılabileceği ve aynı anda tabii burada 400-500 kişiyle bu yemekli toplantıları yapabiliyoruz, ama orada inşallah iki bin kişilik yemekli toplantılarımızı yapabileceğiz. Ve hedefimiz, 50 bin muhtarımızla biraraya gelme sürecini devam ettirelim.

Değerli kardeşlerim,

Gittiğim illerde vatandaşlarım, ‘süratle ve hemen’ diyorlar randevu buraya gelmek istediklerini ifade ediyorlar. Bu bina tamamlandığında iki bin kişilik gruplar halinde vatandaşlarımızla orada birlikte olma imkânını da elde edeceğiz. Ayrıca, yine aynı bölgede Türkiye’nin en büyük kütüphanesini kuracağız. İçinde 5 milyon cilt eserin olacağı ve 24 saat kesintisiz faaliyet gösterecek bir kütüphaneyi Ankara’mıza ve ülkemize kazandıracağız.

Gerek konferans salonu olsun, gerek cami olsun, gerekse çok amaçlı bina ve kütüphane olsun, bunların hepsi de tüm milletimizin istifadesine açık, herkesin yararlanabileceği yerler olacak. Hem Ankara’ya, hem ülkemize bu imkanları bir an evvel kazandırmak için arkadaşlarımız çalışmalarını sürdürüyorlar. Yani bu binalar belli bir grubun istifade ettiği değil halkımın, milletimin bizzat istifade ettiği binalar olacak.

Değerli kardeşlerim,

Cumartesi günü gerek Türkiye’de, gerek geniş coğrafyamızda Nevruzu çok büyük bir coşkuyla idrak ettik.  Bu vesileyle Nevruzun, ilkbaharın ülkemize, milletimize, coğrafyamızdaki tüm kardeşlerimize barış, dayanışma, refah getirmesini Cenabı Hakk’tan niyaz ediyorum.

Baharın özellikle de Suriye’de, Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Yemen’de, diğer tüm çatışma alanlarında barışa kapı aralaması en büyük temennimiz. Bu coğrafyanın ülkeleri olarak, maalesef nice Nevruzu, nice ilkbaharı hüzünlü yaşadık, acılar içinde idrak ettik. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından coğrafyamızda hiçbir baharı ağız tadıyla teneffüs edemedik. Açıkça huzurlu baharları, suyun, havanın ve toprağın sıcaklığını ruhlara hissettiren o baharları bu coğrafyanın insanları olarak çok özledik. Rabbimden bizi yeniden baharlara eriştirmesini, toprakla birlikte ruhlarımızda bir uyanışı, kalplerimizde yeniden bir dirilişi bizlere nasip etmesini yürekten niyaz ediyorum.

Burada şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Hiç kuşkusuz ülkemizde ya da bölgemizde yaşanan sorunların önemli bir kısmı bizim kendi içimizde ürettiğimiz sorunlardan ziyade bize enjekte edilen, bize dayatılan sorunlardır. Yüz yıldır kendi ürettiğimiz sorunlarla değil bizim için topraklarımız, ülkelerimiz için kurgulanan sorunlarla mücadele ediyor, bu sorunlar nedeniyle ağır bedeller ödüyoruz. Bu coğrafyanın zenginliklerine göz dikenler, ne yazık ki bu coğrafyada istikrar istemiyorlar, barış istemiyorlar, dayanışma istemiyorlar. Bu coğrafyada ne kadar kan akarsa o kadar petrol elde edeceklerini, o kadar güç devşireceklerini egemen güçler çok iyi biliyor ve daha fazla kan akması için de ellerinden geleni yapıyorlar.

Değerli kardeşlerim;

Ülkemizin ve coğrafyamızın karşı karşıya olduğu sorunları sadece dış güçlere, sadece harici mihraklara bağlamak gibi bir kolaycılığın içine elbette girmeyeceğim. Biz, eğer bu coğrafyanın insanları olarak birbirimize kenetlenebilsek, inanın dışarıdan hiçbir güç gelip de bizim aramıza nifak sokamaz. Biz bu coğrafyanın insanları olarak emredildiği gibi birbirimizi kardeş görsek, emredildiği gibi Allah’ın ipine sımsıkı sarılsak, inanın dışarıdan hiç kimse gelip de bizim ağzımızın tadını bozamaz.

Onun için bu coğrafyanın tüm bireyleri çok samimi şekilde ellerini şöyle kenetleyecek, başını da iki elinin arasına alacak ve başkalarını suçlamadan önce kendi nefsi muhasebesini yapmak suretiyle yoluna devam edecektir.  Sünnilerle Şiilerin birbiriyle çatışması dışarıdan birilerine fayda sağlıyor, bize değil.

Kardeşlerim,

Soruyorum; Sünnilerin aklı yok mu, Şiilerin aklı yok mu? Birtakım terör örgütlerinin vahşice, barbarca, insanlık dışı saldırıları, o terör örgütlerine değil onları kukla gibi oynatanlara büyük faydalar sağlıyor. Ama o terör örgütünün içinde yer alanların, o terör örgütlerine sempati duyanların, kol-kanat gerenlerin Allah aşkına hiç aklı yok mu? Kur’an-ı Kerim’de defalarca Rabbimiz bizi uyarıyor: “Hiç akletmez misiniz? Tefekkür, tezekkür etmez misiniz?” İşte akledilmediği için, tefekkür, tezekkür edilemediği için Şii ya da Sünni üzerine bombaları bağlayıp, bir camiye girip ibadet eden Müslümanları barbarca katledebiliyor. İşte Yemen’de olanları duyuyorsunuz değil mi?

Akledilmediği için 350 bin insanın katili sırf mensubu olduğu mezhep nedeniyle hoş görülebiliyor? Katliamları, zulmü, vahşeti, barbarlığı maalesef destek görebiliyor. Babası Hama-Humus’ta biliyorsunuz orada, 30 bin insanı öldürdü, kendisi geldi şimdi 11-12 kat insanı Suriye’de öldürdü. Bakın genlerine işlemiş bunların. İnanın ne Sünni kazanıyor, ne de Şii. İnanın ne Türk kazanıyor, ne de Kürt, Arap kazanıyor.

Her zaman kaybeden biz, Müslümanlar. Kazanan ise, bizim kardeşlerimizi böyle birbiriyle çatıştıranlar oluyor.  İşte onun için akletmek durumundayız. Ne oluyor diye samimi şekilde gönülden, yürekten olan biteni tekrar tekrar sorgulamak durumundayız. Olan biteni sadece Yemenli, sadece Iraklı, Suriyeli, Mısırlı kardeşlerimiz değil, Libyalı kardeşlerimiz değil, Tunuslu kardeşlerimiz değil burada, Türkiye Cumhuriyeti’nde 78 milyon bizler de samimi şekilde sorgulamak, eleştiriden önce kendi öz eleştirimizi samimiyetle yapmak zorundayız. 6-8 Ekim tarihlerinde olan olayları unutmayalım. Gezi olaylarında olanları unutmayalım. Vatandaşlarımızın araçları, binaları, dükkânları nasıl yakıldı-yıkıldı bunları unutmayalım.

Sevgili Kardeşlerim;

Belediyelerin otobüslerinin nasıl yakıldığını-yıkıldığını unutmayalım. Bütün bunlar nerede oluyor? İşte kendi ülkemizde olanlardı bunlar. Türklerle Kürtlerin kardeşliği öyle sıradan, öyle pamuk ipliğine bağlı bir kardeşlik değildir, bunun özellikle bilinmesini isterim. Özellikle genç kardeşlerimin, genç nesillerin bizim aramızdaki bu kardeşliğin boyutunu, derinliğini ve ruhunu çok çok iyi anlamasını gönülden arzu ederim.

Biz Anadolu’nun kapılarını İslam’a açan Malazgirt Savaşı’nda Kürt kardeşlerimizle omuz omuza savaştık. İslam’ın sancağına kasteden Haçlı Seferlerine karşı bütün bu coğrafyada biz omuz-omuza savaştık. Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi’nin ordusunda, Nureddin Zengi’nin ordusunda, Yavuz Sultan Selim’in o şanlı ordusunda birbirinden farklı olmayan Müslüman kardeşler olarak biz aynı kutlu gayenin, mukaddes davanın neferleri olarak, bir olduk, beraber olduk, birbirimize ebediyen kardeş olduk.

Bundan Yüzyıl önce Sarıkamış’ta dedelerimiz birlikte şehit düştü. Çanakkale’de vatan toprağını hep birlikte savunduk. Bize unutturulmaya çalışılan, Kut’ül Amare Zaferini, o muhteşem zaferi Irak’ta Türk, Kürt, Arap hep birlikte kazandık. Kurtuluş Savaşı’nı birlikte verdik, Türkiye Cumhuriyeti’ni hep birlikte kurduk. Aynı sofraya oturduk, aynı somunu paylaştık. Kız aldık-kız verdik. Sadece aynı toprağa değil biz bu coğrafyada aynı kaderi paylaştık.

Şunu bugün burada bir kez daha açık açık ifade etmek isterim, ekranları başında bizi izleyen vatandaşlarıma sesleniyorum: Yaklaşık bin yıldır bu topraklarda Kürtlerin yegâne dostu ve kardeşi Türkler, Türklerin de yegane dostu ve kardeşi Kürtler olmuştur. Açın bin yıllık tarihe bakın, Kürtlerin zor zamanlarında yanlarında sadece Türklerin olduğunu göreceksiniz. Türklerin en zor zamanlarında yanlarında da yine aynı şekilde Kürtlerin de olduğunu göreceksiniz.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Türklerle Kürtleri ayırma çabasına bakın altını çizerek ifade ediyorum; Türklerden önce bizzat Kürtlerin kendisi karşı çıkmış, bizzat Kürtler itiraz etmiş, bizi birbirimizden ayıramazsınız diye çok güçlü şekilde duygularını ve gayelerini ifade etmişlerdir. Bizim ortak tarihimiz öyle 30 yıldan, 40 yıldan ibaret değildir, bunu bilmemiz lazım. 30 yıl, 40 yıl içindeki gelişmelere bakıp da, Türklerle-Kürtlerin kardeşliğini sorgulayanlar tarihe, ecdada, bizim medeniyet mirasımıza haksızlık ederler.

Bizim Kürtlerle olan irtibatımızı, ilişkimizi, muhabbetimizi ve uhuvvetimizi ancak ve ancak Türkler ve Kürtler olarak biz tanımlarız. Marjinal ateist, inançsız, özellikle de bu toprakların değerlerinden, bu toprakların özünden ve ruhundan kopuk akımları çıkıp da bizim birbirimize olan muhabbetimizi, uhuvvetimizi yeniden tanımlayamazlar. Eğer hadiseleri, var olan sorunları, çıkar da başkalarının kavramlarıyla tanımlamaya, analiz etmeye kalkışırsak, işte orada daha en başından kaybederiz.

Bakınız Kardeşlerim;

Bugün siz değerli muhtar kardeşlerime hitap ederken milyonlarca ekranları başında bizi izleyen vatandaşlarıma da hitap ediyorum. 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığım konuşmada kardeşlerime dedim ki; Kürt meselesi benim meselemdir. O gün sorunları ret eden anlayışın üzerini çizdik, o gün inkar politikalarını elimizin tersiyle ittik, o gün asimilasyonu bir daha geri gelmemek üzere tarihe havale ettik. Ret, inkar ve asimilasyon politikalarının son bulmasıyla birlikte, yani devletin sorunları kabul ederek çözüm çabasına girmesiyle birlikte, Kürt sorunu kavramı artık geçerliliğini yitirmiştir.

Ben ‘Kürt sorunu yoktur’ dediğimde bunu son derece art niyetli bir şeklide başka yerlere çekmeye çalışıyorlar. Oysa benim söylediğim son derece açıktır; Türkiye’de artık Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunları vardır. Bakın bu başka bir şey, yatıp kalkıp Kürt sorunu şöyle, Kürt sorunu böyle, başka bir şey yok ağızlarında, hep bunu söylüyorlar. Kardeşim, bana bırak bu işleri söylemeyi, Kürt kardeşimin sorunu varsa, sen onu bana getir. Vardır, Türk kardeşimin de sorunu var, öyle mi, Abhaza’nın da Boşnak’ın da var, Arnavut’un da var, Roman’ın da var, ülkemde yaşayan tüm etnik unsurların her birinin, Zaza kardeşimin, hepsinin sorunları var. Ha, bu sorunları gidermek için çalışacağız, ayrım yapmayacağız. Sanki bu ülkede Kürt sorunundan başka bir mesele yok, yatıyorlar kalkıyorlar bunu konuşuyorlar. Bu, ülkeyi bölmeye gayret etmektir, bu ayrımcılıktır bu, nüans son derece önemli. Reddin, inkarın ve asimilasyonun sona erdiği, sorunların kabul edildiği ve çözüldüğü bir ortamda artık Kürt sorunu kavramını kullanmak, Kürt kardeşime de, Türk kardeşime de, diğer tüm etnik unsurlara da açıkça bir haksızlıktır. Bu ülkede sadece Kürtler yok, bu ülkede 36 ayrı etnik unsur var ve hepsini biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı çatısı altında ne yaptık? Topladık. Ne dedik? Tek millet dedik. Ne dedik? Tek bayrak dedik. Ne dedik? Tek vatan dedik. Ne dedik? Tek devlet dedik.

Kardeşlerim,

Millet nedir biliyor musunuz? Millet, her türlü etnik unsuru aynı çatı altında toplayan bir kavramın adıdır. Bu millet kavramında Türk var, Kürt var, Laz var, Çerkez var, Gürcü var, Abhaza var, Boşnak var, Roman var, Arnavut var, aklınıza ne gelirse, millet bununla oluşur ve bunu hazmedemiyorlar. İthal kavramlarla yola çıkanlar, ithal çözümler önerenler doku uyuşmazlığı yaşarlar.

Bakın, şu anda Doğu ve Güneydoğu illerimizde Kürt kardeşlerimiz nezdinde çok önemli bir tehdit, çok önemli bir mesele var, hem terör örgütü, hem de onun gölgesinde siyaset yapan parti kendi kavramlarını dayatarak, kendi dünya görüşünü, kendi yaşam tarzını dayatarak, benim Kürt kardeşimin ruhuyla, özüyle oynamaya, onu tahrip etmeye çalışıyor; onların dünya görüşü, onların yaşam tarzı asla bu coğrafyaya, bu millete ait değildir.

Onların diliyle, onların kavramlarıyla konuşmaya başladığınız anda, bu tahribatın bir unsuru olursunuz. Ortadoğu’nun yiğit insanları, yürekli insanları, en önemlisi de inançlı, imanlı insanları olan Kürt kardeşlerimi kendi değerlerine, kendi inançlarına aykırı davranmaya sevk eden her hareket, en başta bu insanlara ihanettir. Benim Kürt kardeşim bu tuzağa düşemez, düşmemelidir. Şahsen bütün hayatım boyunca, bütün siyasi mücadelem boyunca farklı etnik unsurlara bakışım çok net olmuştur; Yaratılanı severim Yaratandan ötürü, benim ilkem budur, düsturum budur, benim dünyaya, ülkeme, milletime bakışımdaki zaviye budur. Bundan 40 yıl önce de insana bu zaviyeden bakıyordum, elhamdülillah, bugün de insana bu zaviyeden bakıyorum. Bu zaviye, bu bakış açısı bu toprakların özüdür, ruhudur, bu toprakların mayasıdır. Kim ki etnik unsurları bir farklılık, bir ayrışma, bir husumet vasıtası olarak kullanıyorsa, en başta bu topraklar üzerinde bin yıllardır muhafaza edilen kardeşliği ihanet içindedir.

Bakın şu hususun da altını özellikle çizmek istiyorum: Hiçbir zaman, tehditlere, telkinlere, saldırı ve sabotajlara aldırış etmedik. Terör bizi tehdit etti, boğun eğmedik, devletin içine gizlenmiş çeteler bizi tehdit etti, onlara da boğun eğmedik, nice darbe girişimi, nice saldırı, Gezi olayları, !7-25 Aralık darbe girişimi, hepsi de özellikle de Kürt kardeşlerimin sorunlarının çözümünü engellemek için sahneye konulmuştur, ama biz hiçbirine eyvallah etmedik.

Bizim politikalarımızı terör belirleyemez, bizim istikametimizi, politikalarımızı darbe tehditleri, istikrarsızlık tehditleri, çatışma tehditleri de belirleyemez. Bizim politikamızı sadece ve sadece milletimiz belirledi, bundan sonra da sadece ve sadece milletimiz belirler.

Kürt kardeşlerimize bakışımız da, Kürt kardeşlerimizin sorunlarına bakışımız da, inanın 40 yıl önce neredeysek, bugün de oradayız, bizde hiç kırıklık göremezsiniz, istikametimizin sarsıldığını göremezsiniz,  40 yıl önce, 30 yıl, 13 yıl önce ne dediysek, bugün de anısını söylüyoruz. Söylediğimiz de çok nettir, Kürt, Türk, Arap, Çerkez, Roman, Gürcü, Abhaza, Boşnak, Arnavut, Laz, bütün etnik unsurlar Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak birdir, birbirine eşittir, birlikte Türkiye’dir.

Tekrar ediyorum; ne terör, ne de çeteler, uluslararası çeteler, ulusal paralel çeteler bize istikamet çizemez, onun için bu meseleye biz başımızı koyduk, biz bu meseleyi çözmek için kefenimizle yola çıktık, ‘bu yolda baldıran zehri içmek gerekiyorsa, onu da içeriz’ dedik. Bizim başından beri söylediğimiz çok açık bir şey daha var; ne dedik? Terör örgütü silahları bırakacak dedik; öyle mi? Çünkü ben Cumhurbaşkanlığı makamına gökten zembille inmedim, 12 yıl bu ülkede Başbakanlık yaptım, ondan öncesinde İstanbul gibi bir şehrin 4,5 yıl Belediye Başkanlığını yaptım, buralardan, halkımın içinden bu toprakları eşeye eşeye buralara geldik. Dolayısıyla, hangi köyde, hangi mahallede, hangi beldede, hangi ilçede, hangi ilde ne var, ne yok bunları bilen birisiyiz.

İşte daha evvelsi gün Denizli’deydik Cumartesi. 24 kere Denizli’ye gitmişim. Düşünebiliyor musunuz, acaba şöyle Cumhuriyet tarihinde hangi başbakan, hangi cumhurbaşkanı bir il’e 24 kere gitmiş olsun. Ve sadece vilayet değil, tabii oraların ilçelerini dolaşmak da var, bunları da yapmışız.

Ankara’ya oturup buradan yönetmeye kalkarsan, işte 12 yıl önceki Türkiye olurdu. Ama elhamdülillah, biz nasıl bir Türkiye aldık, şimdi neredeyiz görüyorsunuz. 79 senede bu ülkede 6 bin 100 kilometre bölünmüş yol yapılmıştı, fakat biz 12 yılda 17 bin 500 kilometre bölünmüş yol yaptık, her şey ortada.

Göreve geldik Türkiye’de 26 tane havalimanı vardı 59 senede. Kardeşlerim, biz buna 12 senede 26 tane havalimanı daha ilave ettik, şu anda 52 tane havalimanımız var, şu anda yapılanlar var. Hatırlayın, şöyle 12 sene önce denseydi ki, Ağrı’ya havalimanı olacak, Allah aşkına, inanır mıydınız? Yani Kars’a havalimanı olacak, inanır mıydınız? Iğdır’a havalimanı olacak dense inanır mıydınız? Şimdi Hakkari’ye havalimanı yapıyoruz, Hakkari’ye yapacağımız havalimanını adamlar yaptırmamak için ellerinden geleni yapıyor, bölücü terör örgütü bütün iş makinelerini yakıyorlar, engellemeye çalışıyorlar. Buna rağmen onu da yapacağız, o da bitecek. Niye? Çünkü biz Kürt kardeşlerimizin o huzurunu, o refahını bunların vahşice yaklaşımlarına kurban ettirmeyeceğiz.

Yani Boğazın altından Marmaray, ecdadımız hayal etmiş, projeyi de çizmişler, onların projesini elhamdülillah biz hayata geçirdik ve şu anda Marmaray çalışıyor.  Ve şimdi bir de tünel yapılıyor yine Marmaray’ın hemen güneyinde, oradan da iki katlı tünelden otomobiller geçecek. Bir de Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapılıyor, o da 4 gidiş, 4 geliş, ortasından da yüksek hızlı tren. O da inşallah yetiştirilebilirse bu yılsonuna yetiştirilmeye çalışılacak, hızla devam ediyor, geçen gittim kontrol ettim, maşallah artık tabliyeler döşenmeye başlandı. Şimdi bir de iki köprü arasından yine denizin altından, geçen gün Başbakanımız da açıkladı bunu, oradan da yine aynı şekilde hem raylı, hem de lastikli sistem, 3 katlı bir tünel daha yapılacak Boğazın altında. Yani bu ne demek? Asya’yla Avrupa’yı 3 tane denizin altından, 3 tane denizin üstünden bir gidiş-gelişle birbirine bağlıyoruz. Hamdolsun yapılıyor.

Şu anda Ordu-Giresun Havalimanı’nın da bir terminal binası kaldı, terminal binası da şu anda hızla devam ediyor, o bittiği anda da inşallah Nisan gibi oranın da açılacağının müjdesini arkadaşlarım bana verdiler.

Şimdi ‘terör örgütü silahları bırakacak’ dedik,’ silahları bırakacak, eğer söyleyecek sözü varsa bunu siyaset zemininde söyleyecek’ dedik. 13 yıldır yaptıklarımız, özellikle de ret, inkar ve asimilasyonu sona erdirmemiz, silahı tamamen zeminsiz, bahanesiz bırakmıştır. Sıkılı yumruklarla hiçbir sorun çözülemez, hiçbir hedefe varılamaz, bunu yapmadığınız sürece, o silahları bırakmadığınız sürece o çözüme zerre kadar katkınız olmaz, tam tersine her zaman sorun olmaya devam ederseniz.

Şimdi söylüyorlar, silahlar bırakılsın. İfade olarak çok güzel, tamam da, bir yıl önce Nevruzda yine bunlar söylenmişti ve’ tamam’ dendi. Ne oldu? Ben ne dedim geçenlerde? Uygulamaya bakarız, uygulama görmeden bunlara inanmak mümkün değil, dolayısıyla uygulamayı görelim.

İşte şimdi 2,5 ay sonra seçimler var, 30 Mart seçimlerinde tehditlerle bu işler yürüdü, Cumhurbaşkanlığı seçiminde tehditlerle bu işler yürüdü, artık bu tehditlerden halkımızı kurtarmak zorundayız. Halkımız milli iradesini serbestçe, özgürce kullanmak zorundadır. Burada da muhatabım asla terör örgütü değildir, bu çağrımı terör örgütüne değil, terör örgütünün vesayetinden kendisini kurtaramayan o siyasi partiye yapıyorum. Eğer bu ülkede siyaset yapmak istiyorlarsa, eğer çözüme katkı sunmak istiyorlarsa, önce silahların gölgesinden, önce silahların tasallutundan kurtulacaklar.

Bakın burada tekrar söylüyorum; her ne pahasına olursa olsun, tek başımıza da kalsak, son nefesimize kadar bu ülkede çözüm süreciyle formüle ettiğimiz kardeşliği tesis etmenin mücadelesini sürdüreceğiz. Ancak, hiç kimsenin de benim Kürt kardeşlerimi zehirlemesine, Kürt kardeşlerim nezdinde haksız bir meşruiyet kazanmasına, haksız bir muhataplık kazanmasına müsaade edemeyiz, etmemeliyiz.

Silahların gölgesinde barış olmaz, hele hele verilen sözlerin defalarca çiğnendiği, vaatlerin defalarca bozulduğu, itimadın tahrip olduğu bir ortamda somut adımları görmeden daha ileriye gidemeyiz.

Şurada, Allah aşkına soruyorum sizlere, merhum Diyarbakır’daki Yasin Börü ve arkadaşlarının alçakça katledilmesinin üzerinden sadece aylar geçti. İstanbul Okmeydanı’nda Alucralı Burakcan’ın, değerli kardeşlerim, ölümünün üzerinden daha çok geçmedi; terör örgütü nasıl onu da orada şehit etti biliyorsunuz. Şu ana kadar çıkıp da bunun özeleştirisini yaptılar mı? Bu barbarca katliama teşvik ettikleri için kendilerini hala sorgulamadılar.

Biz bu şımarıkça tavırlara boğun mu eğeceğiz?  Diyarbakır’daki Yasin Börü olayların içinde değildi, kurban eti dağıtıyordu, tablo bu. Bu sözüne güvenilmeyen figürlerle yol mu yürüyeceğiz? Yüzüne gülen, arkanı döndüğünde her türlü oyunu oynayanlarla nasıl devam edeceğiz? Önce silahı bırakacaksın… Bak, IRA İngiltere’de, İrlanda’da, bölgede silahları betonlara gömdüler ve bunu dünyaya da ispat ettiler. Sizin buna benzer attığınız bir adım var mı şu anda? Yok. Silahı bırakacaksın, bununla birlikte savaşın, çatışmanın, fitne ve nifakın dilini de bırakacaksın, ondan sonra söyleyecek bir sözün varsa geleceksin Anayasal demokratik sınırlar içinde siyaset zemininde söyleyeceksin. Siz çözüm istemiyorsanız, bu yöndeki gayretlere katkı vermiyorsanız kusura bakmayın keyfiniz bilir.

Biz bu meseleyi çözmek için onlara değil Türk’üyle, Kürt’üyle milletimize güvenerek yola çıktık. Biz milletimizle birlikte yolumuza devam eder, silahlara rağmen, silahların tasallutunda siyaset yapanlara rağmen, biz bu meseleyi çözeriz.

Değerli arkadaşlar,

Tabii biz bu 12 yılı aşkın süre içinde karşımızdakileri de çok yakından tanıdık. Defalarca sözlerini çiğnediler, verdikleri sözden döndüler. Bize başka şeyler söylediler dönüp arkada başka şeyler yaptılar, hepsini gördük yaşadık. Süreç, eğer bugünlere kadar geldiyse açık söylüyorum, onlara rağmen geldi. Bölücü terör örgütüne, onların temsilcilerine rağmen buraya kadar geldi. Eğer onların bu samimiyetsizlikleri, bu ikiyüzlülükleri karşısında biz farklı tepkiler ortaya koysaydık, Türkiye çözüm süreci diye bir umudu hiçbir zaman yaşamayacaktı.

Kardeşlerim, 6-8 Ekim tarihlerinde soruyorum; milleti sokağa davet eden kimdi?   Buyur, milletim biliyor, muhtarlarım biliyor bunları. Ve ondan sonra yalana başladılar, biz böyle bir şey yapmadık. Ne yapmadın ya, sokağa davet ettin. Sokakta kendileri için hak aradılar. Şimdi çıkmışlar utanmadan sıkılmadan Cumhurbaşkanı çözümün karşısında diye tezvirat yapıyorlar. Cumhurbaşkanı çözümün yanında mı, karşısında mı geriye dönüp, 12 yıllık döneme bakarsın görürsün.

Kardeşlerim,

Kürt demek yasaktı bu ülkede, öyle mi? Kürtçe şarkı, türkü yasaktı. Sokakta Kürtçe konuşmak yasaktı. Anne evladıyla cezaevinde Kürtçe konuşamıyordu. Bölgede seyahat etmek, yaylaya, mezraya gitmek yasaktı. Yol yoktu, öğretmen, okul yoktu, hastane, doktor yoktu. Bunların hepsini biz çözdük. 2002 yılında başında bulunduğum parti iktidara geldiğinde bölgedeki kanaat önderlerine, sivil toplum kuruluşlarına bu meseleyle ilgili ne yapılması gerektiğini sormuştum. Bana bir şey söylediler çok enteresan; ‘Olağanüstü Hali kaldırın yeter’, başka hiçbir şey gerekmez dediler. O zaman Başbakan Sayın Abdullah Gül’dü, iki ayda Olağanüstü Hal kaldırdı.

Değerli Kardeşlerim,

Hükümet güvenoyu aldı 28 Kasım’da, 30 Kasım’da Olağanüstü Hal kaldırıldı. Biz verdiğimiz sözün arkasında böyle dururuz. Bununla kalmadık, faili meçhul cinayetler dönemini sona erdirmekten, işkenceyle mücadele, Kürtçe televizyondan seçmeli derse, seçmeli Kürtçe şu anda ders var, üniversitelerde de var, lise, orta, oralarda da var. Çocuklara isim verilmesinden yerleşim birimlerinin adlarına kadar her alanda tarihi önemde adımlar attık. Ülkemizin tüm geri kalmış, geri bırakılmış yerleri gibi bu bölgede de çok büyük yatırımlar gerçekleştirdik. Yol, su, elektrik, okul, hastane, aklınıza ne gelirse her alanda batıda ne varsa Güneydoğu’da, Doğu’da da aynı hizmetlerin verilebilmesini biz sağladık. Sosyal yardımlarla hiçbir vatandaşımızın mağduriyet yaşamamasını, temel ihtiyaçlarından mahrum kalmamasını temin ettik. Önce demokratik açılım diyerek, sonra milli birlik ve kardeşlik projesi diyerek, ardından çözüm süreci diyerek bu çalışmaları bütünlük içinde yürüttük ve bugünlere geldik.

Bütün bunları birileri bizi zorladığı için, mecbur bıraktığı için değil, bölgedeki kardeşlerimizin de bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olduğuna inandığımız için, onlar bizim ezeli ve ebedi kardeşimiz olduğu için yaptık.

Elbette ülkenin her meselesi gibi bu mesele de tümüyle ortadan kalkmış, her şey güllük-gülistanlık olmuş değil. Ama biz Türkiye’nin tüm meseleleriyle birlikte bu meseleyi de çözme irademizin sonuna kadar arkasındayız. Kürt kardeşimin, Türk kardeşimin, Arap kardeşimin, ülkemdeki tüm etnik unsurların ne sorunu varsa Alevi’nin, Sünni’nin, işçinin, sanayicinin, gencin, yaşlının ne sorunu varsa Allah’ın izniyle hepsini de çözeceğiz.

Zira çözüm süreci, bir-iki etnik unsurun değil, bir veya iki bölgenin değil, çözüm süreci, tüm milletimizin ve tüm Türkiye’nin ortak meselesidir. Kim çözümde yanımızda olursa onunla yürürüz. Ama ikiyüzlülerle, güvenilmezlikleri defalarca ispatlanmış olanlarla asla yol yürüyemeyiz.

Bizim hiç kimseye meşruiyet kazandırmak gibi bir gayemiz yok, olamaz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti terör örgütleri karşısında, vandallar, yağmacılar karşısında, paralel ihanet şebekeleri karşısında boyun eğmez, böyle bir görüntünün ortaya çıkmasına izin vermez.

Eğer itiraz ediyorsam, eğer bazı yanlışlara dikkat çekiyorsam bunu bugüne kadar yaşananları yakından bilen biri olarak yapıyorum. Ve bu ülkede paralele, paralel yapılanmaya dikkat çekerek yapıyorum.

Bir şeyi daha özellikle söylüyorum; paralel devlet yapılanmasının özellikle bizlere yönelttiği şu andaki çağrılara bakarsanız işte bunlar nerelerle nasıl paslaştıklarını gayet iyi bir şekilde ortaya koyuyor. Eğer eleştiriyorsam, bunu ülkem adına yapıyorum, milletim adına yapıyorum, çözüm adına, kardeşlik adına, barış adına yapıyorum.

Biz dertliyiz, dert adamı söyletir. Bu ülkenin ve bu milletin derdini, sızısını içimizde hissettiğimiz için konuşuyor, söylüyor, yol göstermeye çalışıyoruz. Meselesi ikbal olanlar bizi anlayamadı, anlayamaz. Meselesi koltuk olanlar bizi anlayamadı ve anlayamaz. Ucuz kahramanlık sevdalıları bizi anlayamadı, anlayamaz. Biz, Allah’ın izniyle şahsi meseleleri işin içine katmadan Hükümetimizle, devletimizle bu işi çözeceğiz.

Muhalefet bu çözüme katkı sağlayacaksa buyursun sağlasın. STK’ların, ilim ve fikir adamlarının yapıcı katkısı varsa, buyursun bunu versinler. Ama kimse şahsi hırslarını, ideolojik saplantılarını, çatışma senaryolarını çözüm sürecinin önüne koymasın. Biz bu meseleyi çözmekte kararlıyız.

Çözüm süreci benim sorumluluğumda başlamış ve bugünlere gelmiş bir süreç. Bundan sonraki gelişmelere ilişkin söz söylemek, değerlendirme yapmak, teklifte bulunmak herhalde benim de hem hakkım, hem de vazifemdir. Birileri çıkmış ne diyor? ‘Artık tek adamsın, yanında kimse yok’; bunlar çok zavallı, ben cumhurun Başkanıyım, ben bu milletin Başkanıyım.  Büyüklerimizin güzel bir lafı var, çok güzel bir laf; kendini bil, haddini bil, neslini bil. Ama bunlarda hiç birisi yok.

Her zaman söylüyorum; gayret bizden, tevfik Allah’tan. Niyet hayır, inşallah akıbet de hayır olacak.

Değerli Kardeşlerim;

Toplantımızın başında İçişleri Bakanlığımız yetkilileri tarafından sizlere bir sunum yapıldı.

Bu sunumda sizlere Bakanlığımız bünyesinde kurulan Muhtar Bilgi Sistemi tanıtıldı. Yeni bir döneme artık giriyoruz. Biraz sonra geçeceğimiz yemekte de her birinizin önünde birer muhtar bilgi formu olacak. Aynı form sizlere tanıtımı yapılan ve internet üzerinden ulaşabileceğiniz sistemde de mevcut. İster masanızdaki formu, ister internetteki formu doldurarak, diğer kurumlarla ilgili taleplerinizi, ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi, şikâyetlerinizi Bakanlığımıza bildirebilirsiniz.

Bakanlığımız tüm bu talepleri sizlerin adına oluşturduğu bir heyetle takip edecek ve inşallah neticelendirecek, sizlere de neticesini bildirecek.

Bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evini teşrifiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımı, saygılarımı, muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum.

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum.